Güncel
16 Nis 2020 12:14 Son Güncelleme: 16 Nis 2020 12:15

İngiltere'nin Kovid-19 kabusu giderek büyüyor

İngiltere dünya genelinde en çok vaka sayısının görüldüğü ilk on ülke arasında altıncı sırada ve en çok ölümün yaşandığı ilk on ülke arasında beşinci sırada yer alıyor.

İngiltere'nin Kovid-19 kabusu giderek büyüyor

2019 Aralık ayında Çin’in Wuhan kasabasında ortaya çıkan yeni tip koronavirüs salgını (Kovid-19) kısa süre içerisinde tüm dünyayı etkisi altına aldı. Avrupa özelinde vaka sayısı en yüksek ülkeler arasında İtalya, İspanya, Almanya ve Fransa’dan hemen sonra İngiltere geliyor. İlk kez 31 Ocak 2020 tarihinde ülkenin en çok turist çeken şehirlerinden biri olan York’ta Çinli bir çiftte tespit edilen virüs, daha sonra Singapur’a giden bir İngiliz vatandaşında da tespit edildi. Tespit edilen bu ilk vakalardan sonra ülke genelindeki vaka sayıları her geçen gün istikrarlı şekilde artmaya başladı.

Geçen süre zarfında ülkede salgının yol açtığı ağır bilançoya bakıldığında 15 Nisan 2020 itibariyle İngiltere’nin dünya genelinde en çok vaka sayısının görüldüğü ilk on ülke arasında altıncı sırada ve en çok ölümün yaşandığı ilk on ülke arasında beşinci sırada yer aldığı görülüyor. Yine bu tarih itibariyle resmi rakamlara göre ülkede test yapılan 398 bin 916 kişiden 98 bin 476’sının sonuçları pozitif çıkmış ve toplam 12 bin 868 kişi salgın sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Bu rakamlarla birlikte vaka ve ölü sayısı bakımından İngiltere, salgının merkezi Çin’i geçmiş durumda. Daha da önemlisi salgının mevcut hızla yayılmaya devam etmesi halinde Nisan sonuna kadar vaka sayısının 120 bini ve ölü sayısının 15 bini geçeceği tahmin ediliyor. Bu somut gerçekliklerden hareketle Kovid-19'un pek çok ülkede olduğu gibi İngiltere için de bir kabusa dönüştüğü söylenebilir.

Riskli “sürü bağışıklığı kazandırma” politikası

Kovid-19 salgınına dair birçok ülkeyle aynı kaderi paylaşan İngiltere’nin salgından bu denli etkilenmesinin arkasında yatan sebeplerin başında hükümetin Şubat ayından Mart ayı ortasına kadar salgınla mücadelede izlediği “sürü bağışıklığı kazandırma” politikası geliyor. İngiltere dışında çok az ülke tarafından benimsenen bu riskli politika özü itibariyle toplumun yüzde 60’dan fazlasının; yani en az 35 milyon vatandaşın virüse karşı bağışıklık kazanması için salgının kontrollü bir şekilde yayılmasını amaçlamaktaydı. Buna göre toplumun büyük çoğunluğu virüse karşı bağışıklık kazanacak ve salgın kademeli şekilde atlatılacaktı. Buna karşın Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) kapsamındaki hastaneler ile bu hastanelerdeki sağlık personeli, yoğun bakım ünitesi ve solunum cihazı gibi kritik ekipmanların sayılarının yeterli olmadığı kamuoyunda sıklıkla dile getirilmesine rağmen, bu politikanın ısrarla devam ettirilmesi aslında bugünkü felaket ortamına yol açan en önemli faktör olarak görülebilir. Nitekim Mart ayının ortası itibarıyla ülkedeki vaka sayısında patlama yaşanması ve tedbirlerin geciktirilmesi durumunda yüz binlerce ölümün yaşanabileceğine yönelik bilimsel araştırmaların kamuoyunda yankı bulması sonucunda Johnson hükümeti politika değişikliğine gitmeye ve salgınla mücadelede sert tedbirleri devreye sokmaya mecbur kaldı. Bu noktada hükümetin salgınla mücadelede kritik önem taşıyan kısmi sokağa çıkma yasağı, yurtdışı giriş ve çıkışların kısıtlanması, kafe ve park gibi kamuya açık mekânların kapatılması ve okulların tatil edilmesi gibi tedbirleri devreye sokmakta geç kalması bugünkü felaket ortamına yol açan diğer önemli faktörler olarak görülebilir.

Hükümetin Mart ayı ortası itibarıyla politika değişikliğine gitmesinin salgınla mücadelede gerçekten işe yarayıp yaramadığıyla ilgili henüz kesin yorum yapmak mümkün olmamakla birlikte İngiliz halkının bu siyaset değişikliğinden memnun olduğu anlaşılıyor. Zira bir araştırma şirketi tarafından 9 Nisan’da yayınlanan ankete göre “Hükümetin salgınla mücadelede iyi bir iş çıkardığı düşünüyor musunuz?” sorusuna 12-14 Mart tarihli ankette yüzde 49 evet oyu verilmişken, 2-4 Nisan tarihli diğer ankette bu oran yüzde 66’ya yükselmiştir.

Hükümetin izlediği salgınla mücadele politikasının yanı sıra İngiltere’nin demografik yapısı da salgının seyrinde önemli rol oynuyor. Zira İngiltere nüfusunun yaklaşık yüzde 30’unun salgına karşı en riskli kitle olan 55 ve üzeri yaştaki kişilerden oluştuğu görülüyor. Burada Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yaşlı ve kronik rahatsızlığı bulunan kişilerin yeni tip koronavirüs salgınından etkilenmeye daha müsait olduğunu açıklamasıyla İngiltere’deki yüzde 30’luk riskli grup birlikte düşünüldüğünde şu anki vaka ve ölüm sayılarının pek de sürpriz olmadığı sonucuna varılabilir. Ayrıca salgından en çok etkilenen şehir Londra başta olmak üzere İngiltere’nin her mevsimde yurtdışından turist çektiğini ve bu nedenle ülkede insan sirkülasyonunun fazla olduğunu da unutmamak gerekiyor. Nitekim ülkede ilk Kovid-19 vakalarının önce Çinli bir çiftte ve sonrasında daha önce Singapur’a gittiği tespit edilen bir İngiliz vatandaşında görülmesi de bunu doğruluyor.

Sağlık sistemi kriz içinde

Salgınla mücadelede kritik önem taşıyan sağlık sisteminin tam manasıyla bir krizin içinde olduğunu ifade etmek gerekiyor. Öyle ki bazı şehirlerde hastanelerin yetersiz olması nedeniyle buralarda kısa süre içinde sahra hastanelerinin açılması, yakın zamanda emekli olan sağlık personelinin yeniden göreve davet edilmesi, bazı hastanelerde koruyucu ekipman eksikliği nedeniyle sağlık personellerinin tulum yerine çöp torbaları giyerek hastalara bakmak zorunda kalması ya da Sağlık Bakanlığı tarafından bazı hastanelere gönderilen maskelerin son kullanım tarihlerinin geçmiş olması gibi somut örnekler NHS’nin içinde bulunduğu durumu gözler önüne seriyor. Bunların yanı sıra hastaların hayata tutunabilmesi için kritik öneme sahip yoğun bakım ünitelerinin ve solunum cihazı miktarlarının talebi karşılayamaması ve Çin’den ithal edilen test kitlerinin bozuk çıkması nedeniyle günlük test sayısının düşük kalması gibi sorunlar da bulunuyor. Bu noktada her seçim döneminde gündeme gelen NHS tartışmalarının seçimlerden sonra geri plana atılması ve son yıllarda NHS harcamalarında ciddi kesintilere gidilmesinin de bu olumsuz tablonun ortaya çıkmasında önemli bir etken olduğu söylenebilir.

Diğer taraftan İngiltere’de İkinci Dünya Savaşı’ndan beri sosyal ve tıbbi anlamda böylesi bir krizle hiç karşılaşılmadığı için toplumun genelinde ciddi bir endişe ve moral bozukluğunun hâkim olduğu söylenebilir. Bu durumun oluşmasındaki en önemli etkenlerin bir yandan salgın nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı sürekli artarken hastalığı yenenlerin sayısının çok düşük seyretmesi, diğer yandan sürekli evde kalmanın etkisiyle toplumun günlük hayat pratiklerinden ve sosyalleşmeden uzak kalması olduğunu söyleyebiliriz. Buna ek olarak dijital platformlarda salgına dair dolaşıma giren yalan haberlerin ve komplo teorilerinin etkisiyle insanların sürekli felaket senaryoları işitmesi daha fazla karamsarlığa yol açıyor. Bu noktada salgının ne kadar daha devam edeceği ve hayatın ne zaman normale döneceği gibi sorulara gerçekçi cevaplar verilene kadar mevcut karamsar tablonun bir süre daha devam etmesi bekleniyor. Bunlara karşın birçok yardım kuruluşuyla bazı belediyeler ve kent konseyleri ihtiyaç sahipleri için gıda yardımlarının yapılması için kampanyalar oluşturarak bu zor günlerde toplum nezdindeki yardımlaşma ve dayanışma duygularını güçlendirmeye çalışıyor.

Salgının gölgesinde yeni muhalefet lideri

Son olarak İngiltere salgın nedeniyle zorlu günlerden geçerken ülkede ana muhalefet liderinin sessiz sedasız değiştiğini de gözlerden kaçırmamak gerekiyor. Geçen sene Aralık ayında yapılan erken genel seçimde tarihi bir yenilgi alan İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn, seçim hezimetinin tüm sorumluluğunu kabul etmiş ve parti liderliğinden çekileceğini açıklamıştı. Bunun üzerine Kovid-19 kabusunun gölgesinde 4 Nisan’da yapılan oylama sonucunda İşçi Partisi’nin yeni lideri “Bir Başka Gelecek Mümkün” sloganıyla seçime giren 57 yaşındaki Keir Starmer oldu. Salgın dolayısıyla ülke gündeminde henüz yeteri kadar yer edinmese de Corbyn ile karşılaştırıldığında daha ılımlı bir siyaset benimseyen Starmer’ın, partisini son dönemde kaydığı aşırı soldan yeniden merkez sola kaydırması bekleniyor. Ayrıca şu anda salgına dair kamuoyunda yüksek bir hassasiyet bulunduğu için iktidarı şimdilik çok fazla hedef almayan Starmer, salgının kontrol altına alınması ve hayatın nispeten normale dönmesiyle birlikte, sürü bağışıklığı kazandırma politikası ve iktidarda oldukları son on yıl içinde NHS’ye yeteri kadar yatırım yapmaması gibi konular üzerinden Muhafazakâr hükümeti köşeye sıkıştırarak kendisine ve partisine alan açmaya çalışacaktır.

[SETA Avrupa Araştırmaları Direktörlüğü’nde araştırma asistanı olan Hacı Mehmet Boyraz İngiltere özelinde Avrupa’da aşırı sağ oluşumlar, Kıbrıs meselesi, Türk dış politikası ve Türkiye-AB ilişkileri konularında çalışmaktadır]